Anayasaların Ortaya Çıkışı
Anayasacılık Hareketleri
Anayasacılık, devrimci yazılı anayasalarla doğmuştur. En önemli kuralları yazılı olarak saptamak, yöneticilerin yükümlülüklerini ve yurttaşların haklarını belirlemek söz konusudur. Çağdaş anayasacılık ise, yasaların anayasaya uygunluk denetimi ile ortaya çıkmıştır.
Yazılı bir Anayasayı yürürlüğe koyan ilk Avrupa devleti, İsveç'tir; yıl 1720. Buna karşılık, yaygın görüşe göre, ilk anayasalar, 1787'de ABD'de, 1791'de Polonya ve Fransa'da hazırlandı. Bu kalkış noktasına iki kayıt düşmek gerekiyor. İlk kayıt Fikrî temeller, 1780'lerden önce atıldı. J. Locke'un "Hükumet Üzerine İkinci İnceleme"1960 ve Montesquieu'nün "Kanunların Ruhu Üzerine"1748 adlı yapıtları, doğrudan kaynaklardır. İkinci kayıt şudur: Büyük Britanya'da anayasacılık, kısmen de olsa, önceki yüzyıllarda başladı. Büyük Britanya'da maddi anlamda anayasanın mevcut olduğu varsayılırsa; ABD, Fransa ve Polonya, bunu şekli yönüyle tamamlamış bulunuyor.
19. yüzyıl: Liberal Anayasacılık
Yazılı anayasalar, yönetime ilişkin kuralları ve insanın doğal haklarını, resmi bir belgede toplar ve ilan eder. Geleneksel anayasalarda ise, bu kuralların hukuki gücü, süregelen uygulamalardan kaynaklanır. Aslında saf anlamda geleneksel anayasalar mevcut olmadığından bu ayrım ve karşıtlık göreceli kalmaktadır.
Büyük Britanya, eski(1215 Magna Carta Libertatum, 1689 Bill of Rights) veya modern(1911,1949 Parliament Acts, 1998 Human Rights Acte) kimi temel metinlere sahiptir. Gerçekten, geleneksel anayasalar 18. yüzyılda monarşik devletlerde kuraldır.
Amerika Birleşik Devletleri anayasa yapımı ile birlikte kurulmuştur. Kısa bir özet geçecek olursak:
Londra Parlamentosu, 1763'te Amerika'nın doğu kıyılarında Britanya kolonilerinin vergi ödemeleri için bir yasa kabul ediyor. Koloniler, Parlamento'da temsil edilmedikleri gerekçesiyle vergilere itiraz ediyor. Massachusetts koloniler meclisi, 1768'de mülkiyetin doğal bir anayasal hak olduğunu, hukuka uygun olmayan vergi yükümlülüğünün bu hakkı zedelediğini öne sürdü. İşte o zaman "unconstitutional"(anayasal olmayan), Londra'da alınan önlemleri kınamak için sıkça kullanılan bir sözcük oldu. Ne var ki Londra Parlamentosu tavrında ısrarcı oldu. Bunun üzerine, 13 koloni temsilcilerini bir araya getiren bir kongre yapıldı ve 4 Temmuz 1776'da halkın yönetim biçimini teyit eden bir Bağımsızlık Bildirgesi ilan edildi. Bağımsız hale gelen 13 koloni, kendi anayasalarını hazırladı; hak ve özgürlükleri genellikle, siyasal örgütlenmeye ilişkin hükümlerin önünde ayrıntılı bir bildirge ile düzenledi. İngiltere'ye karşı zaferle sonuçlanan savaştan sonra, bu 13 yeni devlet cumhuriyetçi federal birleşik devlet kuran bir anayasa kabul etti. ABD'yi kuran 17 Eylül 1787 tarihli federral anayasa devletlerin belirlediği temsilcilerden oluşan ve Philadelphia Konvansiyonu adı verilen kurucu meclis tarafından hazırlandı. Metin, daha sonra bu devletlerin yasama organlarınca onaylandı. Aynı şekilde benzer bir usul bu temel metinde yapılacak her değişiklik için gerekli görüldü. Bu şekilde, Amerika Devrimi, yeni bir anayasa anlayışını da hazırlamış oldu. Böylece, kaynağını egemen halkın oluşturduğu kurucu iktidar ile, Anayasaca kurulmuş olan kurulu iktidarlar(yasama, yürütme, yargı) arasındaki ayırım da yapılmış olmaktadır. Yasama, yürütme ve yargı ayrılığına dayanan anayasa, federal devlet ve federe devletler arasındaki ilişkileri de düzenliyor; anayasanın üstünlüğü ilkesini ve federal kanunların federe devlet yasalarına üstünlüğü ilkesini koyuyor. 1803'te Yüksek Mahkeme, Marbury v. Madison kararıyla, yasaların anayasallık denetimini üstlenince, anayasaya saygı ilkesi de doğmuş oldu.
Bağımsızlık Bildirgesi, Anayasa ve Federal Haklar Bildirgesi, Birleşik Devletlerin kurucu belgeleri olarak nitelendirilir. Haklar Bildirgesi, günümüzde Amerikalıların çoğu tarafından, "Amerika anayasal yurtseverliği"nin en sağlam temellerinden biri olarak görülür.
Biz Birleşik Devletler Halkı, daha mükemmel bir Birlik yaratmak, adaleti sağlamak, ülke içinde huzuru güvence altına almak, ortak savunmayı gerçekleştirmek, genel refahı arttırmak ve özgürlüğün nimetlerini kendimize ve gelecek kuşaklara sağlamak için bu Amerika Birleşik Devletleri Anayasası'nı takdir ve tesis ediyoruz.(Başlangıç)
"Federal Bill of Rights(Federal Haklar Bildirgesi)", 25 Eylül 1789 tarihli ilk federal kongre tarafından önerilen ve 15 Aralık 1791'de onaylanan bir belge olup, temel haklara ve güvencelerine ilişkin ilk on Anayasa değişikliğinden oluşur.
Fransa'da da, yazılı bir anayasa, Devrim'in önceliği idi. 1789 Devrimi, monarşinin -temel yasalar adı verilen- geleneksel anayasasından vazgeçip, yönetiminin uymak zorunda olduğu yazılı, açık ve kalıcı hukuki ilkeler içeren bir anayasa hazırlayarak yürürlüğe koydu(1791 Anayasası). 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, 16. maddesinde anayasanın özlü tanımını vermekte idi: "Hakların güvence altına alınmadığı, erklerin ayrılığının belirlenmediği bir toplumda anayasa da yoktur."
Bu madde, öncelikle bütün iktidarların hükümdarda toplanmaması gerektiğini ifade eder. Tam tersine anayasa, monarkın iktidarını bölmek suretiyle sınırlar. Şu halde hükümdarın, kuralları keyfi olarak değiştirdiği despotik yönetimde anayasa mevcut değildir.
20. yüzyıl: Sosyalist anayasalar ve liberal anayasacılığın evrimi
Düşünsel ve toplumsal temelleri 19. yüzyılda hazırlanan sosyalist öğretinin uzantısı olarak, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, yeni anayasalar yürürlüğe konmaya başlamıştır. Öncü devlet, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği(SSCB) oldu: 1924 Anayasası. Sosyalist anayasa akımı, esasen 20. yüzyılın ortalarına doğru, 2. Dünya Savaşı'nın bitiminden hemen sonra, Orta ve Doğu Avrupa devletleri başta gelmek üzere, Asya, Afrika ve Amerika kıtalarında etkili oldu.
Sosyalist öğretiye dayanan anayasalar, liberal gelenekten farklı bir anlayış ve düzenleme şeklini yansıtırlar. "Bilimsel sosyalizm" olarak adlandırılan Marksizm, liberal düşüncenin antitezi olarak doğmuştur. İnsan haklarının oluşumu, haliyle tamamen farklı bir düşünce tarzından hareketle açıklanmıştır. İçinde yaşadığı toplumun durumuna göre belirlenen ve tanımlanan insan, doğuştan özgür olmayıp, sadece toplumun kendisine tanıdığı ölçüde haklara sahiptir.
Siyasal iktidarın örgütlenme şekli, hak ve özgürlüklerin gerçekleşme ölçüsüdür. Bu nedenle anayasal örgütlenme, etkili örgütlenme mantığını yansıtır. İktidar, dağınık değil, merkezileşmiş olmalıdır; erkler ayrılığı değil, birlik geçerlidir. Örgütlenme bakımından devlet, tek bir merkezi emir ve yönlendirme birimine sahip olur.
Sosyalist Anayasalar, siyasal iktidarın örgütlenmesi ve halklara verilen yer bakımından tek biçimli olmadı. Her devletin anayasası da, zaman içerisinde evrim geçirdi. Sosyalist anayasal gelişmeler, dört dönemde incelenir.
İlk dönem, SSCB'nin 2. Dünya Savaşı'na kadar anayasal evrimini yansıtır. SSCB, aslında birçok devletin birleşimi olduğu için, başta Rusya olmak üzere, Birliği oluşturan Cumhuriyetlerdeki anayasal gelişmeler de kaydedilir. Ne var ki, Stalin diktatörlüğü, Anayasal farklılaşmayı en aza indirmiş; anayasalar, daha çok iktidar tekelinin giderek pekiştirilmesi yönünde kullanılan bir araç olmuştur.
İkinci dönem, anayasa çokluğu, sınırlı bir anayasal çoğulculuk ilkesini beraberinde getirmiştir. SSCB ve Çin Halk Cumhuriyeti arasında ayrılan yollar ötesinde, Yugoslavya, Macaristan, Çekoslovakya deneyimleri, tek biçimli anayasa geleneğini aşma çabaları olarak görülebilir.
Üçüncü dönem, "geçiş dönemi anayasa hukuku" olarak adlandırılır. Bu evre ise, sorgulama, geçiş ve pekiştirme olmak üzere 1980'lerden 2000'lere uzanır.
Dördüncü dönem, günümüzde sosyalist rejimi uygulamaya devam eden ülkelerin anayasal eğilimlerini ifade etmektedir. Çin Halk Cumhuriyeti'nde, siyasal iktidar, iktisadi yapı ve özgürlükler ilişkisi çerçevesinde önemli değişmeler görülmektedir. Küba, K. Kore, Vietnam ve Sri Lanka Anayasaları da bu grupta yer alır.
2. Dünya Savaşı'ndan sonra hazırlanan liberal anayasalar, sosyalleşme yönünde bir dönüşüm sürecine girdi. Bir yandan, devletin, kendi varlık nedeniyle bağlantılı klasik görevlerini aşarak, sosyo-ekonomik yükümlülükler altına girmesi, öte yandan, hak ve özgürlükler listesine sosyal ve kültürel hakların eklenmesi, dönüşümün iki ana eksenini oluşturdu. İçerik yönünden bu genişleme yanında, anayasaya "üstün norm" niteliğini kazandıran Anayasa Mahkemelerinin kurulması, kayda değer bir gelişme olmuştur. Sosyalleşen ve hukuken bağlayıcı üstün kural özelliğine kavuşan anayasalar, 20. yüzyılın ikinci yarısına damgasını vurdu; anayasa yargısı vazgeçilmez ve geriye dönülmez bir kurum olarak anayasal metinlere dahil etmek suretiyle 20. yüzyıl tamamlandı.
Buna karşılık, 20. yüzyılım son çeyreğinde anayasaların sosyal özelliği sorgulanmaya başladı. 1980'lerde sosyalist anayasacılık hareketinin çökmesinde rol oynayan liberal rejimler, kendi anayasalarında sosyal vurguyu yumuşattı. Başka bir anlatımla, iktisadi ve sosyal neo-liberalizm dalgası, iki anayasa hareketini teke indirme yönünde güçlü bir eti alanına sahip olmuştur.